04/10/2009
Kaçmış Bir Fırsatın Ardından
Avrupa Konseyi, tarihinin en önemli krizini yaşadıktan sonra nihayet genel sekreterini seçti. 29 Eylül’de Strasbourg’da yapılan oylamada tehlikeli viraj aşıldı, Norveç’in eski başbakanı Thobjorn Jagland, beş yıllığına Atlantik’ten Pasifik’e kadar uzanan kıtada 47 ülkeyi temsil eden bu kurumun direksiyonuna geçti.
1949 yılında kurulan ve Türkiye’nin aynı yıl üyesi olduğu, “Ortak Avrupa” projesinin öncü kurumu olan Avrupa Konseyi, aynı zamanda varlığıyla Türkiye’nin Avrupa’ya ait olduğunun kanıtıdır. Ancak, zamanla Brüksel merkezli gelişen Avrupa Ekonomik Topluluğu/AB’nin gölgesinde kalan Konsey, eski prestijine yeniden kavuşmak için arayış içinde. Genel sekreterlik seçiminde yaşananlar, işte bu çalkantının yansıması oldu. Konseyin son genel sekreteri İngiliz Terry Davis’in görev süresinin 31 Ağustos’ta bitmesi ile koltuk, kurumun iç çekişmeleri ile doldurulamamış, iki ay boş kalmıştı. Zira, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi (AKPA) ve Bakanlar Komitesi karşı karşıya gelince, Asamble Haziran’da genel sekreterin oylanmasını reddetmiş, kurum tarihinin en ciddi krizine yol açmıştı.
Filmi biraz geriye saralım. 2009’un Mart'ında biten adaylık sürecinde, “kurum içinden” ve “dışından” ikişer aday olmak üzere, Konseyin dört talibi çıkmıştı: Asamble üyesi milletvekillerinden, en büyük siyası grup olan merkez-sağın lideri Belçikalı Luc Van den Brande ve liberallerden Macar Matyas Eörsi’ye karşın, “ağır sıklet” isimler olan eski Polonya Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Włodzimierz Cimoszewicz ile eski Norveç Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Thorbjørn Jagland.
Gönülsüz yenen aş
Avrupa Birliği karşısında Konseyin ağırlığını artırmak isteyen Bakanlar Komitesi’nin ilk iki adayı, başbakanlık tecrübelerinin bulunmaması sebebiyle elemesi, krize yol açmış ve Asamble isyan etmişti. Zira, teamül gereği, genel sekreterler Asamble üyeleri arasından, siyasi grupların uzlaşması ile seçiliyordu. Üstelik, görevi dolan Davis gibi, Norveçli ve Polonyalı adaylar da sosyal-demokrat gelenekten geliyordu, oysa bu tür mevkilerde siyasi “dönüşüm” esastır. Sonuçta kimse seçilememiş, krizin çözülmesi ikinci tura, Eylül’de yapılan Asamble genel kuruluna kalmıştı.
Bu arada gelişmeler, aslında Norveçli adayın fiilen rakipsiz olduğunu gösterecekti. Zira, Temmuz ayında Avrupa Parlamentosu’nun başkanlığına Jerzy Buzek’in seçilmesi, Polonya’nın Avrupa’da bir başka üst düzey makam kapma şansını azaltmıştı. Zaten, son dönemde Konsey içinde büyüyen “Rusya krizi” de, Rusya karşıtı Polonya’nın bir adayının seçilmesi ihtimalini dolaylı olarak zayıflatıyordu. Tüm gözler Asambleye çevrilmişti. Asamble, Bakanlar Komitesi’nin ve şartların dayattığı “tek” adaya razı mı olacak, yoksa direnerek krizi devam mı ettirecek?
Fırsatın kazası olmaz
Çalkantılı süreçler aynı zamanda fırsatlarla doludur. Konseyi genel sekreterliğine Türkiye aday çıkarabilir miydi? Süreç, ideal bir adayın profilini nasıl çizmişti? Eski başbakan olacak, tercihen dışişleri tecrübesi bulunacak, İngilizceye hâkim, Fransızcayı ise öğrenmeye hazır ve tercihen sol gelenekten olmayan bir bayan. Zira, AKPA’nın Bakanlar Komitesi’ne yönelttiği eleştiriler arasında, bir bayan adayın bulunmaması ve aday “darlığı” konusu vardı.
Türkiye’nin önemli bir diplomatik başarısı olan, İslam Konferansı Örgütü’nün genel sekreterliğinin döneminin önümüzdeki yıllarda dolacağı düşünülürse, diplomatik rotanın Avrupa’nın köklü kurumlarına çevrilmesinde yarar var. Diplomasimiz ve Asamble’deki heyetimiz devreye girip, mevcut adaylar hususunda Konseyin iki organı arasında yaşanan ağır güven bunalımı nedeniyle, prosedürün yeniden başlatılmasını gündeme getirebilir miydi? Seçimin sıhhati adına birkaç ay daha beklenebilir, yeni toplantıya ek aday(lar)la girilirdi. Sanırım, Türkiye aday konusunda mutabakat sağlamak için gerekli müzakere kapasitesine de sahipti. Ayrıca, ülkenin âli çıkarları söz konusuyken, yok muydu Türkiye’de eski bayan başbakan, eski dışişleri bakanı, İngilizceye hakim, üstelik vatandaşlara AİHM’ye bireysel başvuru hakkının kendisi döneminde tanınmış olduğu eski bir merkez-sağ siyasetçisi?
Yanlış hesap Strasbourg’dan döner
Hasbelkader “tek aday” Norveçli Jagland karşısında böyle bir girişimi bir an hayal edelim. Norveç-Türkiye final maçında, iki rakibi tahlil edelim. İkisi Konseyin kurucusu, ikisi AB üyesi değil, üstelik ilki AB’ye alınmak istenen fakat gelmeyen, ikincisi ise girmek isteyen ancak (henüz?) alınmayan ülke. AB’de olmadığı halde, birinin Schengen ile kapıları insanlara, diğerinin Gümrük Birliği ile mallara açık. Buraya kadar kriterlerin aşağı yukarı “eşitlendiği” bu durumda, kavganın temel sebebinin, Brüksel karşısında genel sekterliğe “süper lig” bir adayın gelmesinin istendiği göz önünde bulundurulursa, acaba 5 milyonluk Norveç’in mi, 72 milyonluk Türkiye’nin eski başbakan adayı mı “ağır” dururdu? Sonra, kadın-erkek fırsat eşitliğinin savunucusu, ancak geçmişte bir tek bayanın genel sekreter seçildiği Konsey için yapılan yarışta “cinsiyet üstünlüğü” faktörünü bir not edelim. Ayrıca, "üçüncü taraf" adayı ile, Asamble-Komite restleşmesinde kimsenin "boyun eğmediği", kazananın-kaybedenin olmadığı bir çözümü sunmanın avantajını da.
Şimdiye kadar üyesi bulunduğu BM, NATO, AGİT, OECD, Konsey gibi “Batı merkezli” kurumların hiç birinde genel sekreterlik üstlenmemiş olan Türkiye, Avrupalı dostlarıyla bu konuyu görüşebilir miydi? “Dost, ortak ve müttefik” Türkiye ile ilişkiler için “AB dışı” formülleri arayan Avrupa’nın bazı liderleri, bu ilişkilerin Avrupa Konseyi çatısı altında zaten imtiyazlı bir çerçevede bulunduğunu idrak edince gönülleri yumuşar mıydı? İnce hesaplar bazen büyük sonuçlar verir. Avrupa Konseyi’nin Haziran’daki “tezkere depreminde” 8 kişinin oyu teraziyi bir taraf çekmeye yetmişti. Sahi, heyetimiz kaç kişi, 12 asil mi?
Ancak, Konseyin ülkemizde gerçek anlamda anlaşıldığını söylemek oldukça güçtür. Ne ilginç, kurucusu sayıldığı bu kurumda boşalan genel sekreterlik Türkiye’de kalemleri harekete geçirmedi. Günümüzde yanlış hükümlerin artık kendisinden döndüğü, siyasilerin çıkmazlarda Venedik Kriterlerine sarıldığı kurum... Avrupalılığının tartışıldığı günlerde Türkiye’nin 60 yıldır “Avrupa tapusu” olan Konsey, bir UNESCO kadar heyecan uyandırmadı.
Uzatma yerine
“Ama seçileceği ne malumdu, rezil olmak da vardı” diyenleri duyar gibiyim. Haydi uzatma verelim, biraz daha hayal edelim. Pozisyonların bu kadar düğümlendiği bir yarışta, aba altından aday gücünü gösterdikten sonra onu geri çeken, yani BM’nin ilk genel sekreterliğini üstlenen bir ülkeye Avrupa Konseyi genel sekreterliğini "bahşeden" Türkiye’ye, serbest zamanlarında Nobel Komitesi başkanlığını yapan Vikinglerin torunu müteşekkir olur muydu? Bu minnettarlık duyguları ileride bir işimize yarar mıydı?
Yoksa ben rüya mı gördüm?
10:45 Posted in Article | Permalink | Comments (0)
The comments are closed.